İki ÜN’lü Kadın: FATMA GİRİK

Türkan Soray
Fatma Girik
Selvi Boylum Al Yazmalim
Fatma Girik
Dönüs
Fatma Girik

Onun yaşı hiç olmamıştır. O hâlâ: on dördünde başladığı sinema serüveninde çehresinde hiç eksik olmayan masumiyeti ve tükenmeyen sevgisiyle katıksız ve tartışmasız bir güzelliğin, yıllara meydan okuyan, Paros mermerine işlenmiş değerli bir yapıtı gibi durur. Ya da bize öyle gelir. Buna ister Fatma Girik’in kitlelerle örtüşmesinden kaynaklanan kendine özgü o anlatılmaz çekiciliği, ister sinemanın onu perdeye yansıtmasının büyüsü deyin. Her ikisi de kabulümüzdür.


Onun çoğunlukla Erkek Fatma olarak tanımlanması, erkeksi hal ve tavırlara oldukça uzak olan fiziksel konumundan değil, aksine, sözünü esirgemeyen dobralığından, her bir haksızlığa, olumsuzluğa karşı eğilmeyip, ödün vermeden dik duruşundan
kaynaklanır. Onun erkek gibi değerlendirilip bu şekilde tanımlanması, yalnızca beyazperdede canlandırdığı düşsel karakterlerin sınırları senaryo ile çizilmiş kalıpları içinde kalmamış, giderek gerçek yaşamda üstlendiği belediye başkanlığındaki eylemleri ve de TV’de yaptı programlardaki cesareti ve çekincesiz tavırlarıyla da adeta tescillenmiştir. Kısacası onun erkekliği, bu tanımlamayla uzak-yakın bir ilişkisi olmayan fiziğinden değil, erkek odaklı bir toplumda erkeklikle özdeştirilen övgü söyleminin, mertliğinden, cesareti ve doğruluğundan kaynaklanır. Sanki „kadın gibi kadın“ olmazlığın bizim toplumumuza özgü ironik bir yakıştırmasıdır bu. Her ne kadar Fosforlu Cevriye, Şoför Nebahat gibi erkeksi tavırlarla donatılmış
kahramanları oynamış olsa da, onun erkekliği hep, hal ve tavırlarından çok, sinemanın ona biçtiği dik duruşundan gelir.


Ama onun kadınlığı (daha doğrusu dişiliği) de biraz onun dik duruşunun gölgesinde gezinmiştir. Fatma Girik hiçbir zaman arzunun davetkâr nesnesi olmamıştır. Çehresinden hiç eksik olmayan masumiyet haresiyle hep, bizim olan, kimi zaman bacımız, kimi zaman ise nice bilinmez duyguları ödünç alıp verdiğimiz sevdalımız, sahip olunmasından nice keyifler ve de heyecanlar duyduğumuz kadın gibi kadınımız olmuştur.

Ama Fatma Girik‘te bunun daha fazlası da vardır. Her bir kişiliği kusursuzca canlandırdığı o unutulmaz düş portreleri arasında, oynadığı kırsal kesim tadının resmi en ön sırada yer alır. Yarı feodal ilişkiler içinde, kıstırılmış, horlanmış, törelerin tutsağı olup kimi zaman harcanmış Anadolu’nun o çilekeş, içindeki acıyı dudaklarında çığlık yerine gözlerinde yaş yapan kadınını ondan daha iyi oynayan kaç oyuncu olmuştur ki sinemamızda. Kızgın Toprak’ta törelerin gereği kendi mezarını kendi kazan, Kambur’da, yüreğindeki sevecenlikle sırtındaki kamburu bizlere ödünç veren, Ağrı Dağı Efsanesi’nde masalımsı düşler içine iten, Yılanların Öcü’nde o unutulmaz Irazca ana ile Anadolu kadınının direncini sergileyip Metin Erksan’ın Kadın Hamlet (ya da intikam Meleği) filmiyle erkek Fatmalığa inat, Hamlet’i oynayan ilk kadın sinema oyuncusu olan Fatma Girik’in filmlerini unutmak, unutabilmek mümkün mü.


50’li yılların sonunda birkaç filmde ufak rollerden gözüktükten birkaç yıl sonrasında film sayısını ononbeşe çıkartan, henüz on dördündeki bu kız çocuğu, Avare Mustafa (1961), Mahalleye Gelen Gelin (1961), Türkan Şoray‘la birlikte rol aldığı Badem Şekeri (1963, Keşanlı ali Destanı (1964), Yaprak Dökümü (1967), Yılmaz Güney’le
oynadığı o unutulmaz filmi Acı (1971) sonrasında çevirdiği Namus (1972), Kambur (1973), Kızgın Toprak (1973), Ağrı Dağı Efsanesi (1975) ve daha nice filmlerle Türk sinemasının başa oynayan ve oyunculuk serüveni boyunca da hep orada kalmayı başarabilen böylesine büyük bir oyuncusu olacağını kim bilebilirdi ki…


O, kimi zaman bizim bacımız, kimi zaman çileli anamız, ama çoğu zaman da düş perdelerinden yüreklerimize inen ve hep de orada kalan, hiç yaşlanmayan, ve de sinemanın o anlatılmaz büyüsüyle hiç de yaşlanmayacak olan, genç ve güzeller güzeli sevdalımızdır…

 

Burçak Evren
Sinema Yazarı
İstanbul